Makyajın Tarihi


Makyaj tarihi Mısır ve Asur uygarlıklarında görülmektedir.

O dönemdekiler bir şekilde pigmentleri nasıl bulacaklarını, nasıl hazırlayacaklarını keşfetmişler ve yağlı maddelerle karıştırarak mağara duvarlarını ve vücutlarını boyamışlar. Bu da kimyasal karışımların başlangıcı olmuştur.

O dönemde vücutlarını boyamanın amacı güzel görünmek yerine tehlikelerden korunma şekliydi. 

Tarih öncesi pigmentlerin analizi 17 farklı rengin kullanılmış olduğunu gösteriyor. En çok kullanılan renkler ise beyaz, kırmızı, turuncu ve yeşil olmuş. Yani doğanın renkleriyle uyumlu, gerektiğinde sizin en az şekilde görünmenizi sağlayacak renkler

 Mısır duvar resimlerinde figürlerin yüzleri hep makyajlı olarak çizilmiştir. Bu dönemde kadınlar gözlerine hayvan yağıyla yapılan farlar ve siyah sürmeler sürüyordu. Kırmızı toprak boyasını ise ruj olarak kullanıyorlardı.O dönemde oje olmadığı için ellerine kına yakıyorlardı.


Mısırlılarda göz makyajı, bakırın, yeşil maden filizi ve kurşunun koyu gri maden filizi ile dövülüp ezildikten sonra karışım halinde bir kutuya yerleştirilen tozla yapılıyordu. 

Zaman ilerledikçe makyaj için kullanılan boyalar bitkilerden elde edilmeye başlanmıştır.

Mısır kraliçesi Kleopatra en eski bilinen güzelliğine düşkün,  makyaja meraklı  kadınlardan biridir. 




Eski Mısır krallarının da yüzlerine ve gözlerine makyaj  yaptığı yazıtlarda görülmektedir. 

Yazıtlardan tahmin edildiğine göre  Mısır’da özel törenlerde kral ve rahiplerin özel olarak  tören makyajı  yaptıkları  tahmin edilmektedir.

Eski Mısırda ki gözleri belirginleştirmek için sürme çekilmesi günümüze kadar gelen bir uygulamadır.







Ayrıca savaşlarda kamuflaj amaçlı  makyaj yapıldığı  da ortadadır.Savaşa gidilirken erkeklerin yüzlerini çeşitli bitkilerden elde edilen boyalarla boyadıkları  tahmin edilmektedir.Bu gelenek günümüzde de uygulanmaktadır.

İlk ojeyi keşfedenler Çinlilerdir.

Çinliler İ.Ö. 3000 tarihinde balmumu, renkli tozlar, sakız ve yumurta beyazı kullanarak öjeyi yapmışlardır.
Antik Aztek ve İnka uygarlıkları dudaklarını ve tırnaklarını boyamak için kırmızı böceklerden elde ettikleri bir tür boya kullanmışlar.
Antik Roma’da kırışıklıklar, çiller ve cilt lekeleri hastalık alameti olarak kabul ediliyordu.

Bu dönemde Romalılar kırışıklıkları gidermek için kuğu yağı ve eşek sütü, çil tedavisinde ise salyangoz külü kullanmışlardır.

Antik Roma’da “cosmatae” , yani kozmetikçiler Romalı kadınların güzellik ve bakımlarından sorumlu kadın hizmetçilerdi. Cosmatae’ler birçok kozmetik boyayı kendi tükürüklerinde çözündürerek güzellik malzelemerini hazırlıyorlardı.

1400’lü yıllarda ise kadınlar beyaz üstübeç adlı bir boyayı fondöten şeklinde kullanarak ciltlerinin rengini açıyorlardı. Çok zararlı bir madde olan üstübeç, sonunda ölüme bile neden olabiliyordu.
Kraliçe Elizabeth döneminde kadınlar, rimel, kaş kalemi ve eyeliner olarak bir çeşit katran kullanmışlardır. Katran kadınların gözlerini güzelleştirirken aynı zamanda etrafa çok kötü bir koku yayıyor ve bu yanıcı özellikteki madde körlüğe neden olabiliyordu.

Kraliçe Elizabeth’in tahta çıkışı ile beyaz ten güzellik, mükemmellik simgesi haline gelmiştir.Beyaz pudra kısa sürede vazgeçilmez bir kozmetik urun haline gelmiş. Bu pudra arpa ilave edilmiş nişasta ve su mermerinden veya beyaz kurşundan yapılırdı. 

Kırmızı toprak boyası allık olarak kullanılırdı. 

Dudaklara su mermerinden veya Paris alçısından yapılan kalemlerle boyanırdı. Bu maddeler önce toz haline getirilir sonra da renklendirici bileşim maddeleri bir macunla karıştırılır. Bu karışım yuvarlanarak tebeşire benzer bir biçime getirilir ve güneşte kurumaya bırakılırdı. 

Elizabeth devrinin asilleri ciltlerini dışarı çıktıkları zaman güneşten koruyabilmek için yumurta akını ince bir tabaka halinde yüzlerine sürerlermiş. Yumurta akı bu makyajın bozulmasını engellerdi.

Orta Çağ kadınları şakaklarındaki ve boyunlarındaki bütün tüyleri almışlardır.

İtalya’da 17.yy’da kadınlar, güzelavrat otu (belladonna) adında bir bitki kullanarak gözbebeklerini büyütüyorlardı. Bu bitki uzun süre kullanıldığında ise göze zarar vererek körlüğe neden oluyordu.

Viktorya döneminde, üst sınıf kadınları asla makyaj yapmayı düşünemezlerdi, çünkü makyaj yapmak o dönemde fahişelikle, sahne sanatçılarıyla ve çalışan kadınlarla ilişkilendirilen bir simgeydi.
Eski Romalılar makyaja pek önem vermezdi. 

Fakat Müslüman ve Yahudi dünyasında kozmetiğin yeri önemliydi.

Kur'an'da sürmenin kullanılması bir surede tavsiye edilmiştir.

6. yüzyıl civarında gösteri sanatı  iyice ortaya çıkmaya başladıkça sahne makyajı  ortaya çıkar.Canlandırılan rollere uygun makyajlar yapılır veya maskeler kullanılır.

10.yüzyıl civarında tek tip makyaj moda olmuştur.Yüzler beyaza boyanır,  peruklar takılır ve özellikle yanaklar ve dudaklar belirginleştirilir. Bu asiller arasında yaygın olarak kullanılmaktadır.

Güzelleşme adımları ilk olarak Asya’da başlamıştır. O dönemin en süslü kadınları Hinduların olduğu tahmin edilmektedir. Eşlerine güzel ve çekici görünmek için makyaja önem vermeye başlamışlardır.



 Hindu kadınlar için kozmetik ürünleri ve parfümler üretilirmiş. Bu yüzden Hindu kadınları güzellik tüyolarını öğrenmeye çalışır, dövme yapmayı, saç ve tırnak boyamayı, giysilerine hava katmayı öğrenirlermiş. Göz kapaklarını bazlı bir boya ile boyar, yüzleri ve kolları safran tozu ile sarartır, ayak tabanlarını da kına ile kızıllaştırırlarmış. Hatta günümüzde bile bu geleneksel makyaj yapımına devam edenler vardır.
Barok döneminde yüzler beyaza boyanır ve yanak ve dudaklar öne çıkarılır.Dini törenlerde yüzler tamamen boyanırdı.Yüz boyama dışında kokulu yağlar kullanılmıştır.




Makyaj doğudan baharat ve ipek taşıyan kafilelerle, bu gelenekler, Avrupa'da, önce Grek ve Roma Uygarlıkları'na yayıldı.


1. yüzyılda, Neron ve Poppe; tenlerini üstübeç ve tebeşirle beyazlatırlar, gözlerine sürme çeker, dudaklarına ruj sürerlerdi. Bu makyaj Haçlı Seferleri ile tüm Avrupa ülkelerine yayıldı.




13. yüzyıldan itibaren, soylular, saç boyası, fondöten ve parfüm kullanmaya başladılar. 

16. yüzyılda ise; kadınlar üstübeç ile yüzlerini pudralayıp, bitkisel karışımlarla dudaklarını kırmızıya boyuyorlardı.

17. yüzyıldan itibaren makyaj, tüm sosyal sınıflar arasında yaygınlaşmaya başladı.

Osmanlıda ise;
Günün büyük bölümünü hamamda geçiren kadınlar için en önemli şey kusursuz bir cilde sahip olmaktı. Bunun için uzun saatler keselenip ölü derilerden arınıyorlardı. Ciltleri hem daha parlak hem de yumuşak oluyordu.Güzel olmanın başlıca koşullarından biri beyaz tenli olmaktı. Kadınlar İçerdiği meyve şekeri ve antiseptik olması sebebiyle ellerine ve yüzlerine beyazlatıcı olarak limon suyu sürüyorlardı.Osmanlıda sabun güzellik için kullanılan ürünlerin başında geliyordu. Sabunların kokusunu ve şekillerini kadınlar kendileri belirliyor ve onlara özel sabun üretiliyordu.Saçlar sabunla yıkandıktan sonra sertleştiği için ebegümeci ve hatmi çiçeğinden yapılan özel yağlarla saçlara bakım yapılıyor. Saçlar hem ipek gibi oluyor hem de hoş kokuyordu.Kadınlar kil ve suyu karıştırıp kapların içinde bekletiyor, sonra da yüzlerine sürüyorlar. Kil hem antiseptik hem de yağ dengeleyici olduğundan saç bakımında bile kullanılıyorKeselenen ciltleri kuruyup çatlamasın diye kadınlar özel hazırlanmış yağlarla masaj yaptırıyorlardı. Zeytinyağının içine atılan gül yapraklarıyla hoş bir yağ elde ediliyordı. Bir de susam yağını tercih ediyorlardı. Özellikle eller, ayaklar ve tırnaklar bu yağlarla güzelleşirken yüzleri için de badem yağını kullanıyorlardı.

Osmanlıda Makyaj malzemelerinin henüz olmadığı bir dönemde kadınlar çekici olabilmek kendi malzemelerini kendileri üretiyorlardı. Elmacık kemiklerini vurgulamak için kullandıkları allığın tarifi şöyle: Bir çay bardağı gül goncası ve bir çay bardağı hibiscus havanda dövülüyor. Yanak bölgesine sürüldüğünde allık görevi görüyor ve hoş bir koku yayıyor. Sıcak suyla sulandırıp parmak uçlarıyla dudaklara sürüldüğünde kiraz rengi ruja dönüşüyordu.



 Modern makyaj ise, " sinema " nın etkisi ile, 1920'lerde popülerleşti.

19. yüzyıla kadar, zararlı kimyasallar ( kurşun gibi ) içerebilen makyaj malzemeleri; günümüzde,son derece ileri tekniklerle laboratuarlarda test edildikten sonra, piyasaya sunulmaktadır. İleri derecede hassas ciltler için, antiallerjik veya organik yapılı bileşiklerin kullanılması, bir taraftan seri üretimlerle maliyetin düşürülmesi sonucunda, tüketici popülasyonu giderek genişlemektedir.


Terlemeyi önleyen ve etkin maddesi alüminyum klorür olan terlemeyi baskılayan koku gidericiler de 1890’larda ortaya çıktı.

Kadınların koltukaltı tüylerini temizleme alışkanlığı da, Wilkenson Sword adlı jilet şirketinin 1915 yılında Harper’s Bazaar dergisinin kapağında koltukaltı temiz bir manken kadın kullanmasıyla ortaya çıkmış.


1938 yılında ilk suya dayanıklı maskara boya açıcı olarak kullanılan turpentin maddesi karıştırılarak keşfedilmişdir.

Kozmetik endüstrisinin günümüzdeki anlamıyla büyümeye başladığı dönem, 20.yüzyılın başları 1910’lu yıllarla 50’li yıllar arasında, gazete ve

dergilerde çıkan yazılar aracılığıyla, kadınlara, egzersiz, diyet ve
kozmetiklerle saç ürünlerinin düzenli kullanımının kendilerini daha
çekici yapacağı anlatıldı. 

Daha önceleri bu tür güzellik yardımcılarının
yalnızca ahlaksal değerlere bağlılığı kuşkulu çevrelere özgü olduğu
düşünülürdü.


İlk kadın sinema oyuncularından Theda Bara’nın beyazperdedeki, Helena
Rubinstein kozmetik ürünleriyle süslenmiş görüntüsü sansasyon
yaratmıştı.



Theda Bara



Rubinstein, rimeli ve renklendirilmiş pudra kavramını
geliştirdi. Fransız sahne sanatçılarından etkilenerek gözleri renklerle
gölgelendirmeye başladı; dudakları kırmızıya boyayarak
belirginleştirdi. 

Hollywood’da makyaj sanatçısı olan Max Factor ise, o
dönemlerde çok çeşitli ürünlerle kozmetik endüstrisine katkıda bulunmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’nın da kozmetiğin yaygınlaşmasında önemli rol oynadığı
düşünülüyor. 

1910’ların sonunda kadınlar hem toplumsal hem de ekonomik
açıdan özgürleştiler. 

1920’lerde, sinema sayesinde beyaz ten modası
tarih oldu; artık, bronz ten modaydı.

Bronzlaşma modasını ilk başlatan kişinin Coco Chanel olduğu söyleniyor. Coco Chanel bu modayı Fransız Rivierasında yanlışlıkla cildini güneşte yaktıktan sonra yaygınlaştırmış.

Coco Chanel

 İkinci Dünya Savaşı sırasında
naylon çorap kıtlığı nedeniyle çıkan “bacak makyajı“ modasının ardından,
1950’lerde, bronzlaştırıcı ürünlerin reklamlarında artış oldu.

1960’larda, hem takma kirpiklerin hem de “doğal” kozmetik ürünlerinin
popülerliğinde artış oldu. 

Doğal ürünler, havuç suyu ve karpuz özü gibi
karışımlara dayanıyordu.

1970’lerde, ABD’de soyu
tükenmekte olan canlıları koruma yasasının yürürlüğe girmesiyle, belli
bitkilerin kozmetik üretiminde kullanılması yasaklandı.




Yorumlar

  1. Aqa benim kaynakça yazmam lazım buna nasıl bir kaynakça yazabilirim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osmanlı Giysileri

Mimar Vedat Tek